7 Haziran 2010 Pazartesi

Varlığımı Buldum Gözlerinde

Zamanın nasıl geçtiğinin herhangi bir önemi olmadığı günlerde yaşıyordum. Ne de olsa ben kimliğini kaybetmiş bir asi ruhtum, masmavi sularına hüzün karışmış bu şehirde. İsyanım belki yalnızlığımaydı ve belki de varlığımaydı bilinmez... Tek bildiğim şey fırtınaya tutulmuş bir gemi misali yalpaladığımdı bu hayatta. Herkes gibi bir ismim, bir yaşım vardı tabii ki ama sadece bunlar yeterli miydi bu dünyada bir kimlik teşkil etmek için? Bu soruyu her sorduğumda kendime kalbimden koskoca bir “hayır” yanıtını alıyordum. Hayat adeta ona tutunmaya çalışanların cenk meydanıydı. Ben ise adımı çoktan “tutunamayanlar”ın hanesine yazmıştım.
“Ben kimim?” Ve hemen akabinde gelen “Ben neyim?” Sorularından teşekkül zihin kemirgenleri durmaksızın beynimi yiyip duruyordu. Cevapsız sorulara yenik düşen zihnime bedenim de ayak uydurmuştu. Vücudum tekdüze adımlarla arşınlıyordu yolları hatta soluk alışım bile durağanlığa teslim olmuştu. Kalabalıklar içinde yalnızlığımla boğuşuyordum. Mutlu bir ailem, yaşamımı sürdürmeye yarayan bir işim ve arkadaş sıfatıyla tanımlanabilecek insanlar mevcuttu hayatımda fakat bütün bunlar bana yetmiyordu, yetinemiyordum.
Meltemine keder bulaşmış bir temmuz gününde başladı kimliğimi arayışım ve karla karışık sevda yağan bir şubat gününde gerçekleşti kendimi buluşum. Yalnızlığımı paslı bir çiviymiş gibi yüreğime çakan doğum günlerimden biriydi. Sıcağıyla dışarıda insanları buram buram terleten bu temmuz gününde, ben zemheri ayazında kalmışçasına üşüyordum. Gözyaşlarım buz kesmişti ve ben onları akıtabilmek için kelimelerin harlı ateşine sığınmıştım. O güne kadar bütün yolları çıkmaz bir sokağa çıkan kalbimde kelimelerle akmaya başlayan gözyaşlarım yeni bir yolun varlığını müjdeliyordu. Yolun ne adını ne de varacağı noktayı biliyordum, bildiğim tek şey artık çıkmaz bir sokağın esiri olmadığımdı.
Ayazıyla insanın bütün vücudunu buz kesen bir şubat gününde gördüm yolumun son durağını. Ve o gün üç harf, tek heceden oluşan büyülü kelimeyi “aşk” ı bana armağan etti zümrüt bakışlı zeytuni gözlerin.
Nazlı çiçeğim, bakışlarında aşkı bulan benliğim varlığını koşulsuzca teslim ediyor ellerine...

Zindandan Seslenen Mısralar

Biliyorsun ki senin yokluğunda başladı tükenişim.
Eserdi bir zamanlar rüzgarıyla asil ruhun, varlığımın bakir topraklarında
Nefsim özlüyor, üzeri ayrılığın külleriyle örtülü o günleri.

Suskunluğu, içine yeis karışmış sularda yüzmesindendir ruhumun.
Eriyorum bir mum misali damla damla,
Nikahı hasretle kıyılmış gönlümün yalnız köşkünde.
İnci tanem, kelimelerde yeşerttim ben aşkımı
Nakşettim isminin her harfini gözyaşlarımla suladığım mısralara.

Zapt etti kalbimi ruhundan yüzüne akseden masum gülüşün.
İnfilak etmek ister yüreğim,
Nefesine hasret duyduğu o çaresiz anlarda.
Dışarıda hoyratça esen rüzgar uğultusuyla beni çağırıyor
Aşkımın, “senin” tek maddelik emrini fısıldıyor kulağıma,
“Nail olmak istiyorsan bana, şarttır biat etmen ruhuma.”
Işıltına muhtaç yaşayan kalbim cevabını harf harf işledi mısralara.
“Neticeyi değil sebebi gör” diye söylediğin günden beri
Düşüncelerinin istilasına uğradı zihnim.
Aklımı yavaş yavaş, esareti altına alıyor fikirlerin.

Özgürlüğünü senin saklı mabedinde, “zindanında” buldu ruhum.
Zindanda hürriyet olur mu diye soruyorlar bana
Gülüyorum sadece, bilmiyorlar ki burası benim mabedimdir.
Üstelik bu zifiri karanlık yer bütünüyle bana ait
Ruhum tek başına hükmetmenin mutluluğunu yaşıyor.
Ümitle “aşk dilinde” dua ediyorum senin varlığını hissedebilmek için.
Mil çekti gözlerime karanlık, ama önemli değil ki artık, hissediyorum sen yanımdasın.

Biliyorum

Biliyorum varlığının ummanında yüzmeyi. Ve sessizce ilerliyorum gözlerinin üzerinde. Yanıyorum nâr-ı aşkınla alev alev. Gözlerine ilerliyorum, gözlerine ilerliyorum... Ruhum ateşinin içinde bir odun gibi yanıyor umarsızca. Sesler, uğultular duyuyorum, yanıyorum... Her bir yanımda hissediyorum uğultuları. Ama bu uğultular aşka dair, sana dair. Ben sendeyim aşkım. Sende yanıyorum, sende nefes alıyorum, sende huzur buluyor benliğim. Nefesini hissediyorum, nefesinde yok oluyor varlığım. Varlığında eriyorum, eriyorum, eriyorum bir mum misali, damla damla akıyorum, damla damla akıyorum yere. Ama tekrar mum oluyorum, tekrar mum oluyorum, akıyorum, akıyorum... Bir cümledeki üç nokta gibi bitmedim, devam ediyorum, devam ediyorum sende. Sesindeyim, sesinde kelime oluyorum, sesinde cümle oluyorum, sesinde harf oluyorum, sesinde mısra oluyorum, bir mısra olup akıyorum içine, bir mısra olup cümlelerimle akıyorum. Elimde bir kalem var ve ben o kalemle yazıyorum kalbine aşkımı...

Gözlerinin Zindanında Yaşıyor Ruhum

Gündüz kokulu ruhun bir güneş gibi ışığını saçıyor katran karası gecelerime .
Özleminle viran olan bedenim yetim kaldı bu metruk mahalde.
Zihnimin kavisli yollarında yalnız seninle dolaşıyor düşüncelerim.
Limanını kaybetmiş bir gemi misali savruluyorum aşkın engin denizinde.
Efsunlanmış gözleriyle uçsuz bucaksız bir hülyaya daldı kalbim.
Ruhumun görünmez sakini, gönül yaralarımın meçhul faili,
İsminin erişilmezliğiyle bahtiyardır nefsim.
Nadide bir mücevheri kaybetmiş olmanın hüznünü yaşayanlar gibiyim
Elem harlı ateşiyle yakıyor benliğimi.

Resmediyor gözlerim, mutlulukla hüznün büyük bir hasretle kucaklaştığı anları
Elimde kalemim, gecenin karanlık, puslu sayfasına gündüzü yazıyorum.
Her bir damlasına adını nakşettiğim yaşlar süzülüyor gözlerimden.
İnzivaya çekilmiş bir dervişçesine dinginliğin huzurlu sularında yüzüyorum.
Nail olsam sana, varlığınla bütünleşse geceden gündüze doğru kalbim.

Bıraktım tüm duygularımı üzeri öfkeyle kaplı yollara.
Izdırap çekiyor yüreğim buram buram sensizlik kokan dakikalarda.
Ramak kalsa da düşmeye uçurumdan, ben seninim.
Aşkım boğulmamak için çırpınıyor ümitsiz sevdaların ummanında.
Kaçamak bakışların eşliğinde reddediyor gözlerin beni.
Terk edilmişliğin kederli havasını soluyarak zehirleniyor ciğerlerim.
Işığını kaybeden sönmüş bir yıldız misali
Mahsur kaldım gecenin zifiri karanlık zindanında.

Adını sonsuzluğa yazıyorum, son noktası konmamış bir veda cümlesi eşliğinde.
Şayet sessizlik hüküm sürmeye başlarsa vücudumda bir gün,
Kalbimi teslim alır sensizlikle geçecek bir ömür.
Ilık esintisiyle bedenimi sinsice hasta eden lodos gibi
Masmavi denizle bezenmiş gözlerin yavaşça esir alıyor aşkımı.
Işıltına muhtaç yaşıyor artık gecenin karanlığına mahkum ettiğin ruhum.

Vuslat

Sessiz dokunuşlarda saklıdır gözlerimden akan yaşların esrarı. Işığımı buldum gözlerinde. Nefsim nefesinde tutuklu kaldı. Nefesinde huzuru buluyor bir gün toprakla buluşacak bedenim. Nikahım hasretle kıyılmış, vuslatım gözlerinle kesişen dudaklarımda gizli. Varlığım senin olduğu gibi yokluğunda benimdir sevdiğim. Nazlı çiçeğim zerrende yeşeren aşkımız meyvelerini özlemde verecektir. Ve o saadet dolu meyvenin tadını dudaklarında hissetti tenim. Kalemim senle dolu, sesinle şakıyor ruhum. Varlığımı mısralarda teslim ediyorum sana. Ve ne olursun gözlerini alma ellerimden...

Naz Çiçeği

Doğruydu tüm yaptıklarım bakışlarının içinde yanarken. Kalbindeki o ışık hüzmesini gördüğüm andan beri gözlerimle sana ilerliyorum. Ben, ruhumla ve bakışlarımla sana akıyorum. Sessiz dokunuşlardayım, dudaklarımla yol alıyorum sana, yavaşça, usulca... Ben sende kenetleniyorum, ben sende kenetleniyorum, ruhum sesinde kayboluyor. Ben sesinde yer aldığımda hürriyetime kavuşuyorum, kelimeler yolunu buluyor, kelimeler adını buluyor sende. Mutluluk, mutluluk diyorlar, mutluluk sensin, mutluluk sana olan aşkımın bir halesi. Sessizce ilerliyorum, ilerliyorum sana. Bir kavuşmadır isteğim, gelişlerle ve gidişlerle var olan bir kavuşmadır isteğim. Evet, varlığım senin yokluğun ise benimdir sevgilim. Çünkü o yokluk aslında varlığımın bir yansımasıdır. Ben varlığınla yaşıyor, varlığınla bu hayata bakıyorum. Bir gün gelecek varlığım seninle birlikte toprağa karışacak ve o toprakta tekrar -bir çiçeğin varlığında- can bulacak. Sonra güz yağmurları yağacak, filizlenecek, büyüyecek, büyüyecek ve çok güzel kokan bir çiçek olarak açacak. Bu çiçeğin adı da “naz çiçeği” olacak.

Düşlerimin Meleğine İthaf

Meleğim, düşlerim senle akıyor geceye
Eminim gözlerinin sessiz dehlizlerinde kaybolmaya
Leylak kokulu günlerde yaşıyorum seninle
Ey hüzünlü sonbahar gecelerimin gündüz düşü
Kalbim dayanamıyor artık yokluğunun ağırlığına.

Viran olmuş metruk bir ev misali
Eskimişim, yalnız kalmışım gökten sensizlik yağan bu şehirde.

Düşlerimdeki masallarda yaşatıyorum seni
Ümidimi rehin bıraktım sözcüklerin labirentli yollarında
Şayet nefesin nefesime değmekten vazgeçerse bir gün
Lamekân kalır kalbim bu fani bedende
Esip geçtiğim yer düşlerin giz kokulu bahçesidir
Ruhum bakışlarının ferinde esir düştü meleğim.